“`html
“Dinlerini bölen ve parçalara ayırılan topluluklar gibi olmayın! Onlar hakkında Yüce Allah’ın hükmü geçerlidir. Sonrasında Allah, onların yaptıklarını kendilerine bildirip değerlendirecektir.” (En’âm 6/159).
Kur’an-ı Kerim’in tarihi ve metinsel bağlamında, burada adreslenenlerin çoğunlukla Yahudi ve Hristiyanlar ya da diğer inanç grupları olduğu düşünülmektedir. Ancak Kur’an’ın esas muhatabı Müslümanlar olduğu için, bu bağlamda Ehl-i Kitap ve diğer inanç sahibi gruplar hakkındaki uyarılar Müslümanların da ibret alması gereken mesajlar içermektedir. Bu ayette, Müslümanlara dolaylı bir uyarı yapılacağı söylenebilir: “Önceki dinlere inananların zamanla dinlerinde farklılıklara düştüğünü ve birçok mezhebe ayrılarak fırkalaştıklarını görebilirsiniz. Onların hatalarına düşmeyin. Dinî konularda ihtilaflara kapılarak birbirinizle çatışmalara girmeyin; mezheplerinizi birbirinden ayırarak fırkalaşmayın.”
Dünyanın çeşitli köşelerinde yer alan büyük dinlerin zaman içinde farklı mezhepler ve anlayışlar geliştirmesi son derece doğal bir süreçtir. Bu, insanların doğası ve farklı kültürel etkileşimleri nedeniyle ibadet ve inanç şekillerindeki çeşitlilikten kaynaklanmaktadır. İslam tarihi boyunca, birçok mezhep ve tarikat ortaya çıkmıştır. Bazı gruplar kendilerini ana yapının bir parçası olarak görürken, diğerleri İslam’ın gerçek takipçilerinin sadece kendileri olduğunu iddia etme eğilimindedir. Fakat her Müslüman, kendisini büyük ümmetin bir ferdi olarak hissetmeli ve bu kimliği benimsemelidir. Gönül bağları bulunan cemaatler ve dernekler elbette var olmalıdır; fakat bu gruplar, Müslümanların bir araya gelmesine yardımcı olmalı, birbirlerini ayırmamalıdır. Kendi gruplarında katılımcı kazanmak amacıyla, Müslümanların birliğini zedeleyecek tutum ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Toplumsal ve manevi büyüklüğün eksik olduğu her Müslüman grup, İslam’a ve Müslüman toplumuna zarar vermektedir.
“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve size bahşettiği şeylerle sizi denemek üzere birbirinize göre derecelendiren O’dur. Kesinlikle Rabbin, cezalandırma hususunda çok hızlı hareket eder. O’nun affı ve rahmeti de oldukça boldur.” (En’âm 6/165).
Kur’an, insanların farklı özellikleri ve kabiliyetleri ile yaratıldığını belirtirken, her bireyi sadece kendi imtihanına dair sorumlu tutmaktadır. Yüce Allah, her bireye özgü yetenekler, psikolojik ve fiziksel durumlar ile yaşandığı çevreye göre farklı bir deneyim sunar. Dolayısıyla, her insanın sınavı aynı olmayıp, bireysel olarak değerlendirilecektir. Birine günah sayılan bir eylem, bir diğerine günah olmayabilir. örneğin, sürekli teheccüt namazı kılan bir birey, kaçırdığı bir sefer nedeniyle sorumlu tutulabilir; fakat bu namazı kılmayan bir birey, bayram namazını kılması durumunda cennete gidebilir.
“Ey Âdemoğulları! Her namaz kılacağınızda güzel giyinin, yiyin ve için; ancak israf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf 7/31).
“Yiyin, için fakat israf etmeyin!” ifadesi genellikle “aşırıya kaçmayın” olarak yorumlanır. Ancak ayetin gündeme geliş sebebine bakıldığında, aslında bu ifadenin tam tersi bir anlam taşıdığı görülmektedir. Kureyş gibi bazı saygın kabilelerin dışında kalan müşrikler, Kabe’yi çıplak tavaf ederken, bazı yiyecekleri hiç tüketmezlerdi. Bu ayet, Kabe ziyaretlerinde güzel giysiler giymenin ve ibadet sırasında yiyeceklerin sınırlanmasının isabetli bir yaklaşım olmadığına işaret ederken, Allah’ın nimetlerinden faydalanmayı teşvik etmektedir. Bu bağlamda, israf, kendine haram kılma eylemidir; aşırılıkta olduğu gibi, yetersizlik de yanlıştır.
Yukarıda belirtilen israf konusuyla ilgili ayetten hemen sonra şu ayetler yer alır: “De ki: ‘Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kılabilir?’ İşte böyle ayetleri anlayan bir topluluk için bu şekilde açıklıyoruz.” (A’râf 7/32).
Bu ayetler, insanların yararlanmaları için yaratılmış olan nimetlerden helal yollarla faydalanmada hiçbir sakınca olmadığını vurgulamaktadır. Yüce Allah’ın haram kılmadığı bir şeyi haram kılmak büyük bir vebal taşır. Zaman zaman bazı kişiler, sanki Yüce Allah, insanların bu nimetleri kullanmalarını istemiyor gibi davranarak, helal olanları haram ya da mekruh ilan edebilmektedir. Bu, büyük bir sorumluluk ve haddi aşma durumudur. Burada önemli olan, helal olan bir şeyin herkes için mekruh veya haram olarak gösterilmesi ile, kişinin kendi nefsini eğitmek amacıyla belirli sınırlar koyması arasında bir farkın olduğunu unutmamaktır. Birinci durum, başkaları için kural koyma eğilimi; ikincisi ise yalnızca bireysel bir gelişim sürecidir.
“`
More Stories
TÜRK-İŞ: Gıda Harcaması 23 Bin 324 Lira
Fitch: Avrupa Savunma Harcamaları Artacak
Spot piyasada elektrik fiyatları